İnşallah bu sefer de yanılırım…
1 şUBAT 2016 - Marketing Türkiye
Ton balıklı pilav... Tam, eskilerin tabiriyle “Tut kelin perçeminden” diyeceğim... Ya da “Ne alaka?” diye söyleneceğim. “Hadi, ‘Hamsilisini’ anladık da ‘Tonlusu’ nereden çıktı? Bizim millet bunun yüzüne bile bakmaz” diye tam lafa başlayacağım; Dardanel’le ilgili ilk yanılgım geldi aklıma... Bu kez temkinliyim... Önyargıları bir hayli kenara bırakarak Türk milletinin ton balıklı pilava hücum etmesini bekliyorum heyecanla...
Bu Dardanel Ton bir kez beni yanıltmıştı. İnşallah bu kez de yanıltır. Dardanel Ton’un dillere pelesenk olan o cıngılıyla ilk kez ekranlarda görünmesiyle ilgili öncesinde biri bana sorsaydı ve deseydi ki; “Tek bir kanalda göstereceğiz filmi. O da çok yalın zaten. Kısa ve şu cıngıl boyunca bir iki sahneyle geçecek. Hangi TV kanalını seçersin?” Herhalde aklıma en son tematik kanallar gelirdi...
“Zinhar!” derdim, “Sakın ha CNN, NTV, CNBC-e (o zaman hâlâ yayındaydı), Habertürk gibi kanallara gitmeyin. Hedef ki lenizin sadece bir kısmı orada... Oysa siz yaygın geniş kitlelere, hayli ekonomik bir ürün satmayı düşünüyorsunuz... Ana akım kanallara yönelin!”
Oysa hiç de öyle yapmadılar. Özel anlaşmalarla büyük olasılıkla uygun bir yata anlaştıkları NTV’de başladılar, inanılmaz yüksek frekansta uzun bir süre sadece NTV’de yürüttüler TV kampanyalarını ve görünen o ki büyük başarı elde ettiler. Bugün Ton ve Dardanel bir bütün olarak görülüyor ve Dardanel, Ton için Nescafe, Gilette, Selpak, bir ara Vim gibi neredeyse jenerik bir marka haline gelecek.
Bu sefer de durumda fazla bir değişiklik yok. Ton balıklı pilav. Tam, eskilerin tabiriyle “Tut kelin perçeminden” diyeceğim. Ya da “Ne alaka?” diye söyleneceğim. “Hadi, ‘Hamsilisini’ anladık da ‘Tonlusu’ nereden çıktı? Bizim millet bunun yüzüne bile bakmaz” diye tam lafa başlayacağım; Dardanel’le ilgili ilk yanılgım geldi aklıma. Bu kez temkinliyim. “Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!” modundayım.
Yani beklemede... Önyargıları bir hayli kenara bırakarak Türk milletinin ton balıklı pilava hücum etmesini bekliyorum heyecanla...
İş Bankası’nın Cem Yılmaz’lı son reklam lmi üzerine ahkâm kesen kesene... Biz de bir yerinden tutmazsak, eksik kalacak tablo... Bir kere Cem Yılmaz konusunda subjektif olduğumu itiraf etmeliyim. Sadece Leman Kültür’ün ufacık sahnesindeki kısacık şovunu tesadüfen seyrettiğim ve onun ilk reklam kampanyası olacak Panasonic’in reklamlarında ve PR çalışmalarında kendisine şans verilmesi için ısrarcı olduğum günden bu yana devam eden arkadaşlığımızdan dolayı değil... Daha çok, o gün bugün dünyanın en zor işlerini başardığı için... O gün bugün bana ve çevresindekilere ilk gün nasıl davrandı ise öyle davranmayı sürdürdüğü için... O gün bugün seyircisine karşı sorumluluğunu, bireysel duruş ve taleplerinin üstünde tutmayı başardığı için... Bu nedenledir ki, zaten sadece ünü değil itibar katsayısı da bu nedenle iknadaki etkisi de yüksektir.
Bertrand Russell “Dünyanın en zor işi ilkeli olmaktır” demiş. Ne tekli er gelmişti Cem Yılmaz’a. Kesinlikle TV sunuculuğu yapmadı. “Değerler insan bir şeyleri yaptığı için değil, yapmadığı için oluşur” düsturunu hiç aklından çıkarmadı sanki.
Onun Cinemaximum (Mars) sinemalarında gösterilen Maximum Kart reklamlarında ABD’li Dedektif rolündeki Mert Fırat’la birlikte oynadıkları pasaklı küçük fast food dükkânı şe rolündeki performansı da (Müze Kart filminde Romalı lejyoner rolündeki yorumu da harikaydı) bu son filmindeki kadar samimiydi... Neymiş, bilim kurgu rolü bayatmış Cem için... Bu sefer de Transformers saldırısına karşı duruyor ya... Daha önce de görmüşler Cem’i benzer rollerde. Tekrarlıyormuş kendini zaten. Woody Allen yıllarca kaç tiplemeyi canlandırdı arkadaşlar?
Nasıl ticari sinemada gişe sonucuna bakılırsa, reklam filminde de etkililiğe bakılır. Güzelliğe, hoşluğa, beğeniye değil. O nedenle “Post Test’lerde hedef kitleye “Reklam filmini beğendiniz mi” şeklindeki sorular geri zekâlılık ürünüdür ve hiçbir işe yaramaz. (Belki de Cem’in varsa tek hatası muhatap olduklarının zeka düzeyleriyle ilgili tahminlerinde yanılmasıdır.) Cem’in oynadığı bütün reklam filmleri de etkililik konusunda son derece başarılıdır. Gerisi lafı güzaftır.
Crate & Barrel unutmamış...
Kızım geçen yıl evlendi. Bir yıl olacak... Düğün öncesi de eşiyle birlikte herkesin hayatını kolaylaştıracak, kendilerine de aynı ev, evlilik hediyesinden üç-beş tane gönderilmesini engelleyecek aslında bilinen bir yöntemi uyguladılar. Crate & Barrel’den bir liste hazırladılar. Hediye almak isteyenler de ne almak istiyorlarsa o listeden seçti.
Buraya kadar özel bir şey yok... “Özel bir şey” şimdi geliyor... 14 Şubat günü kızım ve damadımız bize uğramak için evden çıkarken kapıda bir kargo şirketi görevlisiyle karşılaşıyor. Görevli diyor ki: “Size bir paket var!” Bakıyorlar, paketin üstünde Crate & Barrel logosu... Açıyorlar paketi bir merak... İçinde iki adet şampanya kadehi ve bir not çıkıyor: “Sevgililer gününüz kutlu olsun.”İşte “Özel bir şey” bu... Satış Sonrası Hizmet, Sosyal Paydaşlık Yaklaşımı, Müşteri İlişkileri Yönetimi, Community Relations (çevre -cemaat- ilişkileri), Konu Yönetimi, Standart Dışı Beklenti Üzerinde Davranış Sergileme... Stratejik İletişimin en önemli konu başlıkları bir arada...Müşteri sadakati oluşturmanın, müşteriyi (customer) özel müşteri (client) haline getirmenin ve bu özel müşteriyi de “Marka Elçisi” ( kri sorulmadan o markadan sitayişle söz eden, aslında bir tür avukat) haline getirmenin en iyi yolu... Masraf? İş sonuçları ve itibara etkisi yanında devede kulak...
“İki Aşk Bir Arada”
14 ne takıldı. Çok geçmedi, yönetmen o bölgeyi yakın plan ekrana getirdi... Gerçekten ilginç bir PR numarası yakalamıştı Clear... Sadece Ronaldo’nun voleleriyle tanıdığımız bu nedenle bir türlü bizim yakınımıza giremediği duygusuna kapılmamızın mümkün olduğu Clear, Fatih Terim stadına “inmişti”... Sevgililer günüydü. Ve Clear çok hoş bir “içerik fırsatını” yakalayıp hayata geçirmişti. Kuzey kale arkası tribününün bir bölümü “sevgililere” ayrılmıştı. Her sırada birer çiftin oturduğu on adet masa... Böyle toplam üç sıra. Yani 30 kadın ve 30 erkeğin 30 çiftin baş başa kutladıkları, yanı başlarında keman çalan müzisyenlerin eşliğinde hem yemek yedikleri hem maçı seyrettikleri romantik / sportif / keyifli ancak tuhaf mı tuhaf bir ortam..Tuhaf, çünkü bu yaşımıza kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamışız. Batı için son derece doğal olan, bizde garipsenme tehlikesiyle her an burun buruna gelebilir. Ancak risk almadan, farklılık yaratmadan da algılamada iz bırakmak olası değil.Belki o üzerinde “Valentine’s Day Games” yazan bir hayli “Anglosakson kokan” koskoca amblemi ve de Türkçe, “İki Aşk Bir Arada’ şeklinde ifadesini bulan (herhalde Beşiktaş aşkıyla sevgiliye duyulan aşk kastedilmiş) sloganıyla “yabancılaştırma” efekti bol bir tablo yaratılmıştı. Ancak azcık tuhaf da olsa mutlaka “konuşturacaktı”, istenen de buydu herhalde...
Bu Dardanel Ton bir kez beni yanıltmıştı. İnşallah bu kez de yanıltır. Dardanel Ton’un dillere pelesenk olan o cıngılıyla ilk kez ekranlarda görünmesiyle ilgili öncesinde biri bana sorsaydı ve deseydi ki; “Tek bir kanalda göstereceğiz filmi. O da çok yalın zaten. Kısa ve şu cıngıl boyunca bir iki sahneyle geçecek. Hangi TV kanalını seçersin?” Herhalde aklıma en son tematik kanallar gelirdi...
“Zinhar!” derdim, “Sakın ha CNN, NTV, CNBC-e (o zaman hâlâ yayındaydı), Habertürk gibi kanallara gitmeyin. Hedef ki lenizin sadece bir kısmı orada... Oysa siz yaygın geniş kitlelere, hayli ekonomik bir ürün satmayı düşünüyorsunuz... Ana akım kanallara yönelin!”
Oysa hiç de öyle yapmadılar. Özel anlaşmalarla büyük olasılıkla uygun bir yata anlaştıkları NTV’de başladılar, inanılmaz yüksek frekansta uzun bir süre sadece NTV’de yürüttüler TV kampanyalarını ve görünen o ki büyük başarı elde ettiler. Bugün Ton ve Dardanel bir bütün olarak görülüyor ve Dardanel, Ton için Nescafe, Gilette, Selpak, bir ara Vim gibi neredeyse jenerik bir marka haline gelecek.
Bu sefer de durumda fazla bir değişiklik yok. Ton balıklı pilav. Tam, eskilerin tabiriyle “Tut kelin perçeminden” diyeceğim. Ya da “Ne alaka?” diye söyleneceğim. “Hadi, ‘Hamsilisini’ anladık da ‘Tonlusu’ nereden çıktı? Bizim millet bunun yüzüne bile bakmaz” diye tam lafa başlayacağım; Dardanel’le ilgili ilk yanılgım geldi aklıma. Bu kez temkinliyim. “Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!” modundayım.
Yani beklemede... Önyargıları bir hayli kenara bırakarak Türk milletinin ton balıklı pilava hücum etmesini bekliyorum heyecanla...
İş Bankası’nın Cem Yılmaz’lı son reklam lmi üzerine ahkâm kesen kesene... Biz de bir yerinden tutmazsak, eksik kalacak tablo... Bir kere Cem Yılmaz konusunda subjektif olduğumu itiraf etmeliyim. Sadece Leman Kültür’ün ufacık sahnesindeki kısacık şovunu tesadüfen seyrettiğim ve onun ilk reklam kampanyası olacak Panasonic’in reklamlarında ve PR çalışmalarında kendisine şans verilmesi için ısrarcı olduğum günden bu yana devam eden arkadaşlığımızdan dolayı değil... Daha çok, o gün bugün dünyanın en zor işlerini başardığı için... O gün bugün bana ve çevresindekilere ilk gün nasıl davrandı ise öyle davranmayı sürdürdüğü için... O gün bugün seyircisine karşı sorumluluğunu, bireysel duruş ve taleplerinin üstünde tutmayı başardığı için... Bu nedenledir ki, zaten sadece ünü değil itibar katsayısı da bu nedenle iknadaki etkisi de yüksektir.
Bertrand Russell “Dünyanın en zor işi ilkeli olmaktır” demiş. Ne tekli er gelmişti Cem Yılmaz’a. Kesinlikle TV sunuculuğu yapmadı. “Değerler insan bir şeyleri yaptığı için değil, yapmadığı için oluşur” düsturunu hiç aklından çıkarmadı sanki.
Onun Cinemaximum (Mars) sinemalarında gösterilen Maximum Kart reklamlarında ABD’li Dedektif rolündeki Mert Fırat’la birlikte oynadıkları pasaklı küçük fast food dükkânı şe rolündeki performansı da (Müze Kart filminde Romalı lejyoner rolündeki yorumu da harikaydı) bu son filmindeki kadar samimiydi... Neymiş, bilim kurgu rolü bayatmış Cem için... Bu sefer de Transformers saldırısına karşı duruyor ya... Daha önce de görmüşler Cem’i benzer rollerde. Tekrarlıyormuş kendini zaten. Woody Allen yıllarca kaç tiplemeyi canlandırdı arkadaşlar?
Nasıl ticari sinemada gişe sonucuna bakılırsa, reklam filminde de etkililiğe bakılır. Güzelliğe, hoşluğa, beğeniye değil. O nedenle “Post Test’lerde hedef kitleye “Reklam filmini beğendiniz mi” şeklindeki sorular geri zekâlılık ürünüdür ve hiçbir işe yaramaz. (Belki de Cem’in varsa tek hatası muhatap olduklarının zeka düzeyleriyle ilgili tahminlerinde yanılmasıdır.) Cem’in oynadığı bütün reklam filmleri de etkililik konusunda son derece başarılıdır. Gerisi lafı güzaftır.
Crate & Barrel unutmamış...
Kızım geçen yıl evlendi. Bir yıl olacak... Düğün öncesi de eşiyle birlikte herkesin hayatını kolaylaştıracak, kendilerine de aynı ev, evlilik hediyesinden üç-beş tane gönderilmesini engelleyecek aslında bilinen bir yöntemi uyguladılar. Crate & Barrel’den bir liste hazırladılar. Hediye almak isteyenler de ne almak istiyorlarsa o listeden seçti.
Buraya kadar özel bir şey yok... “Özel bir şey” şimdi geliyor... 14 Şubat günü kızım ve damadımız bize uğramak için evden çıkarken kapıda bir kargo şirketi görevlisiyle karşılaşıyor. Görevli diyor ki: “Size bir paket var!” Bakıyorlar, paketin üstünde Crate & Barrel logosu... Açıyorlar paketi bir merak... İçinde iki adet şampanya kadehi ve bir not çıkıyor: “Sevgililer gününüz kutlu olsun.”İşte “Özel bir şey” bu... Satış Sonrası Hizmet, Sosyal Paydaşlık Yaklaşımı, Müşteri İlişkileri Yönetimi, Community Relations (çevre -cemaat- ilişkileri), Konu Yönetimi, Standart Dışı Beklenti Üzerinde Davranış Sergileme... Stratejik İletişimin en önemli konu başlıkları bir arada...Müşteri sadakati oluşturmanın, müşteriyi (customer) özel müşteri (client) haline getirmenin ve bu özel müşteriyi de “Marka Elçisi” ( kri sorulmadan o markadan sitayişle söz eden, aslında bir tür avukat) haline getirmenin en iyi yolu... Masraf? İş sonuçları ve itibara etkisi yanında devede kulak...
“İki Aşk Bir Arada”
14 ne takıldı. Çok geçmedi, yönetmen o bölgeyi yakın plan ekrana getirdi... Gerçekten ilginç bir PR numarası yakalamıştı Clear... Sadece Ronaldo’nun voleleriyle tanıdığımız bu nedenle bir türlü bizim yakınımıza giremediği duygusuna kapılmamızın mümkün olduğu Clear, Fatih Terim stadına “inmişti”... Sevgililer günüydü. Ve Clear çok hoş bir “içerik fırsatını” yakalayıp hayata geçirmişti. Kuzey kale arkası tribününün bir bölümü “sevgililere” ayrılmıştı. Her sırada birer çiftin oturduğu on adet masa... Böyle toplam üç sıra. Yani 30 kadın ve 30 erkeğin 30 çiftin baş başa kutladıkları, yanı başlarında keman çalan müzisyenlerin eşliğinde hem yemek yedikleri hem maçı seyrettikleri romantik / sportif / keyifli ancak tuhaf mı tuhaf bir ortam..Tuhaf, çünkü bu yaşımıza kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamışız. Batı için son derece doğal olan, bizde garipsenme tehlikesiyle her an burun buruna gelebilir. Ancak risk almadan, farklılık yaratmadan da algılamada iz bırakmak olası değil.Belki o üzerinde “Valentine’s Day Games” yazan bir hayli “Anglosakson kokan” koskoca amblemi ve de Türkçe, “İki Aşk Bir Arada’ şeklinde ifadesini bulan (herhalde Beşiktaş aşkıyla sevgiliye duyulan aşk kastedilmiş) sloganıyla “yabancılaştırma” efekti bol bir tablo yaratılmıştı. Ancak azcık tuhaf da olsa mutlaka “konuşturacaktı”, istenen de buydu herhalde...