Haklı olmak, ‘haklı algılanmak’ için yeterli değildir…
15 Ocak 2011 - Marketing Türkiye
Gelin tam sayfa “Kamuoyuna Duyuru” ilanı meselesine son bir kez bakalım… Hiçbir işe yaramazlar… Hatta amaçlarının tam tersine hizmet ettiği bile söylenebilir. Bir hayli azaldı. Tek tük kaldı. Ancak yine de var. Çaresizlik ifadesi gibi gelmiştir hep bana… Adam gibi iletişimi yönetmezsiniz. Sonra birden bir kriz durumu ile karşılaşırsınız. PR ve reklam ajansı ile çalışma refleksiniz yoktur. Tek çıkış yolu olarak parayla konuşmayı tercih edersiniz…
Son örnek Türk Psikologlar Derneği’nin gazetelere verdiği ilandı… Akşam gazetesinde olayı eleştirmiştim… Psikologlardan aldığım e-posta mesajlarına aşağıda değineceğim…
Bu tür ilanların geçmişte tek bir tanesi başarılı olmuştur. TÜSİAD’ın hükümeti sallayan ünlü “Kamuoyuna Duyuru” ilanı… Başkaca hatırladığım yok. Geri kalanı genelde dönüp ilanı vereni vurmuştur, ya da ‘çöp’tür…
İş daha biçiminde sallanmaya başlıyor… Ne hikmetse, kartvizitlerini bile reklam ajanslarına hazırlatanlar, konu ‘kamuoyuna duyuruya’ geldi mi, ellerine kalemi kâğıdı alıp hem içerikleri ve hatta tasarımlarını bile kendileri belirlemeye kalkışıyor...
Okuduğunuz okullardaki ‘DUYURU’ları hatırlayın… Ya da hâlâ kaldıysa, iş yerinizdeki kocaman harflerle ‘DUYURU’ yazan ilan benzeri haberleşme araçlarını… Hangi birinden etkilenmiştiniz?.. Robin Hood filmlerinde ağaçlara asılan ‘BİLDİRİM’ler… “Ey Ahali!.. Duyduk Duymadık, demeyin!”diye başlayan ‘FERMANLAR!’…
Bunlardan hangi biri hedef kitlesi tarafından sempatik bulunmuş ya da davranış değişikliğine hizmet edecek şekilde ‘algılanmıştır’?... Pek azı… Onlar da, olumlu ilanlardır… “Ulufe dağıtımı”, onun bunun düğünü, eğlenceler vb…
Gelelim e-postalara… Bakın orada çok başarılılar Psikologlar… Bana biraz kızmış olsalar dahi…
Doğuş Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Yüksek Lisans Koordinatörü Prof. Dr. A. Kadir Özer 16 bin vuruşluk mükemmel bir ‘bilgi notu’ göndermiş. Not, şöyle bitiyor: “Belki çok uzun yazdım. Bunu mesleğimizin psikoterapi sürecinde önemli bir süreç olarak gördüğü bir “iç dökme” olarak görün lütfen. Türk Psikologlar Derneği, üyelerini ve onların ait olduğu temel ve bağımsız bilim ve meslek dalı olan psikolojiyi yasal bir zemine kavuşturma özlemini ve mücadelesini bugün her zamankinden daha tutkulu bir şekilde sürdürmeye kararlıdır. Bu uğurda sizin gibi ustaların uyarılarına kulak vermeyi önemseyeceğimizi bilmenizi isterim.”
Psikolog Sinem Torun: “Yazınız bana, bir meslek grubunun yaşamış olduğu sıkıntıları dile getirişini çarpıtarak kendinize malzeme çıkarmakta uzman olduğunuzu düşündürdü. Bu anlamda şahsi hayal kırıklığımı bildirir ve derneğimiz bünyesinde bizlere iletişim konulu kurs açacağınız günü sabırsızlıkla beklediğimi iletmek isterim... Şekilden ziyade anlama yoğunlaşmanızı beklerdim. Yaşınıza hürmeten saygılarımı sunuyor ve ‘insan’ kimliğimle teessüflerimi bildiriyorum.”
Uzman Klinik Psikolog Hande Kilinc Kunt:” Türk Psikiyatri Derneği’nin, ruh sağlığı alanının denetimi için hazırlayarak Sağlık Bakanlığı’na gönderdiği rapor sonucu, psikologların çalıştıkları merkezlerin kapatılmasına ya da ancak bir psikiyatriste bağlı olarak çalışabileceklerine dair bir karar çıktı. Bu karar sonucunda, pek çok merkez kapandı. Diğer psikolojik danışmanlık merkezlerinde çalışan psikologlar/psikolojik danışmanlar da tedirgin bir bekleyiş içindeler. Bu dönemde, Psikoterapiye inanan sizin gibi iletişimcilerin rüzgarını arkamıza almaya çok ihtiyacımız var.”
Hanife Yavuz: “Bir psikolog olarak söylediklerinize aynen katılıyorum. Farkındalığı insanlara öğretme iddiasındaki bu meslek grubuna biraz da olsa farkındalık aşılayabilmenizi dilerim.”
Psikolog Rosita Kastro: “Eleştiriniz teknik olarak doğru olabilir; ancak psikologları beceriksizlikle suçlamanız, zaten zor durumda olduğumuz bu günlerde beni bir psikolog olarak incitmiştir. Şu günlerde tüm psikologların mesleki eğitim ve uygulamalarında yeterlilikleri sorgulanmakta, açtıkları işyerleri ‘yasal’ gerekçelerle kapatılmaktadır. Bunun nedeni psikiyatri derneğinin psikologları ‘psikiyatrlardan bağımsız çalışmak’ ile suçlamalarıdır. İşte, bu şartlar altındadır ki, meslektaşlarım sesimizi duyurmak için her türlü yönteme başvurmak zorunda kalmıştır. Çünkü psikologlar ‘yardımcı sağlık personeli’ statüsünde, tanımı ve sorumlulukları belirsiz bir konumda kalmışlar, tıp personelinin insafına bırakılmışlardır. Bu durumda sizden ricam, sesimizi duyurmamızda yardımcı olmanızdır.”
Psikolog Arzu Uyar: “Benim ‘talihsiz ifadeler bütünü’ olarak yorumladığım yazınız başlığından da anlaşılacağı suretle psikologları yaftalama amacına hizmet etmektedir, tıpkı son günlerde psikiyatri camiasının hakkımızda haddini aşan beyanlarda bulunarak yaptığı gibi. Yazınızı ve üslubunuzu yeniden değerlendirmenizi dilerim, çünkü aklıma geldi yazdım şeklinde ortaya çıkarılmış bir köşe yazısı olduğunu düşünüyorum.”
Psikolog Elif Odabaş:”Son günlerde bize ders vermeyen kalmadı zaten. Bir de sizden almış olduk..Teşekkür ederiz..”
Ben hazırım… İletişim uygulama hizmeti veremem. Ancak arkadaşlar ne zaman dilerlerse gelebilirler ve onlara kendilerini nasıl ifade edebileceklerine dair bilgi ve tecrübemi dilim döndüğünce anlatırım. Belli ki dertleri “Kamuoyuna Duyuru” formatına girmeyecek kadar ciddi…
Aynı konu, iki uçta reklam anlayışı
Son zamanların en etkili reklam filmlerinden biri hiç şüphesiz Sağlık Bakanlığı’nın sigaranın zararları üzerine yaptığı ‘sünger akciğerli’ film. Sırf ona bakarak sigarayı bırakanlara rastladım… Bu film bu kadar etkiliyken, Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği’nin (TÜSAD) didaktik reklam filminin çalışma şansı yok…
Adı üzerinde film… Yani görsellik… İnsan görselliği bu kadar mı cimrice kullanır? Satır satır yazı geçiyor ekrandan… Ses de okuyor… Sanki ilkokuldaki başöğretmenim konuşuyor. Birazdan disiplin kuruluna çağıracak… Bana “Trafik canavarı olmayın!”, “Lütfen” kampanyalarını hatırlatıyor… Kâbus…
Adı ‘yanlış’ konmuş; kime ne?..
Uzun zamandır kimselere söyleyemiyordum. Geri zekâlı muamelesi görmekten çekindiğimden değil; bu kadar önemsiz bir şeyi aklımda tutamamaktan dolayı kendimi suçladığımdan…
ATV’de oynayan, adının içinde “zaman, geçmek, öyle” gibi sözcüklerin geçtiği dizinin adını bir türlü tam olarak söyleyememek ve dizinin adını, biri tarafından doğrulanmadan anımsamamak beni amma rahatsız etmiş…
Aslında klasik iletişim anlayışına göre bu garip ve ifade bozukluğu çağrıştıran ismin başarılı olması mümkün olmamalıydı. “Öyle bir geçer ki zaman!” Doğrusu buydu... Ya da “Zaman öyle bir geçer ki”… Oysa dizinin adı şu “Öyle bir geçer zaman ki!”…
Birinci ismi Google’a çift tırnakla yazdığınızda 28.800 pageview veriyor. İkincisini yazarsanız da 4.700… Halkımız kendi kafasına göre takılıyor yani…
Bu durumdan çıkarılacak ders şu. Eğer iş ve pazarlama, hedefini bulmuşsa isim hiç önemli değildir… Bir keresinde ünlü logo yaratıcısı Chermayeff’e sormuştum: “Üstat en zor ve kötü logo dünyada hangisidir?” Hiç düşünmeden yanıtlamıştı: “Coca-Cola” sonra da eklemişti: “Biliyorsunuz dünyanın en kıymetlisidir”… “Öyle bir geçer zaman ki!” hepimize ders olsun…
‘Eş ve müşteri’ kaybetmemek için…
Kitabın bütün geliri iletişim fakültelerinde okuyan master ve doktora öğrencilerinin burs fonuna yatırılmak üzere Bersay İletişim Enstitüsü’ne gideceği için göğsümü gere gere reklamını yapmakta bir sakınca görmüyorum.
İkinci kitabımız “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” 2010’un son günlerinde raflarda yetini aldı. Çok kolay okunduğu söylenen bir kitap… Ben çok zor yazdım… 4 yıl sürdü. 2006’dan 2010’a kadar… Tek isteğim vardı. Herkes kolaylıkla okusun, ancak çok derin konuları, soyutlamaları da içersin. Bilgimi değil yaşam tecrübemi aktarsın. Herkes kepçesinin büyüklüğü oranında çorbadan bir şeyler alsın… Zor iş…
Yazdıktan sonra hepsi birbirinden acımasız, her şeye itiraz etmekten çekinmeyen 8 kişi okudu… Pek çok yer törpülenip değiştirildi… Okuyanların çok büyük keyif aldıklarını söyledikleri bir kitap çıktı ortaya.
“Danışmanlık hizmeti verirken köşe yazmasın. İletişim konularını gazetelerde bu konularda uzman olmayan, tecrübe ve bilgisi bulunmayan gazeteciler yazsın” diyenler biraz zorlanacaklar ama olsun… Zaten, ben değişik işler yaptıkça söylemleri de karıştı: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede ve dergide yazmasın…” Sonra: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede, dergide yazmasın, TV’de program yapmasın, bütün bu işleri, bu işlerden anlamayanlar yapsın!”… Sonra: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede, dergide yazmasın, TV’de program yapmasın, İletişim Enstitüsü kurmasın, bütün bu işleri, bu işlerden anlamayanlar yapsın!” Şu sıra da bu arkadaşlar şöyle diyorlardır herhalde: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede, dergide yazmasın, TV’de program yapmasın, İletişim Enstitüsü kurmasın, kitap da yayınlamasın; bütün bu işleri, bu işlerden anlamayanlar yapsın!”
Abartmıyorum. Durum aşağı yukarı budur… Siz de benim gibi boş verin, alın kitabı. Ben severek yazdım. Umarım siz de severek okurusunuz…
Son örnek Türk Psikologlar Derneği’nin gazetelere verdiği ilandı… Akşam gazetesinde olayı eleştirmiştim… Psikologlardan aldığım e-posta mesajlarına aşağıda değineceğim…
Bu tür ilanların geçmişte tek bir tanesi başarılı olmuştur. TÜSİAD’ın hükümeti sallayan ünlü “Kamuoyuna Duyuru” ilanı… Başkaca hatırladığım yok. Geri kalanı genelde dönüp ilanı vereni vurmuştur, ya da ‘çöp’tür…
İş daha biçiminde sallanmaya başlıyor… Ne hikmetse, kartvizitlerini bile reklam ajanslarına hazırlatanlar, konu ‘kamuoyuna duyuruya’ geldi mi, ellerine kalemi kâğıdı alıp hem içerikleri ve hatta tasarımlarını bile kendileri belirlemeye kalkışıyor...
Okuduğunuz okullardaki ‘DUYURU’ları hatırlayın… Ya da hâlâ kaldıysa, iş yerinizdeki kocaman harflerle ‘DUYURU’ yazan ilan benzeri haberleşme araçlarını… Hangi birinden etkilenmiştiniz?.. Robin Hood filmlerinde ağaçlara asılan ‘BİLDİRİM’ler… “Ey Ahali!.. Duyduk Duymadık, demeyin!”diye başlayan ‘FERMANLAR!’…
Bunlardan hangi biri hedef kitlesi tarafından sempatik bulunmuş ya da davranış değişikliğine hizmet edecek şekilde ‘algılanmıştır’?... Pek azı… Onlar da, olumlu ilanlardır… “Ulufe dağıtımı”, onun bunun düğünü, eğlenceler vb…
Gelelim e-postalara… Bakın orada çok başarılılar Psikologlar… Bana biraz kızmış olsalar dahi…
Doğuş Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Yüksek Lisans Koordinatörü Prof. Dr. A. Kadir Özer 16 bin vuruşluk mükemmel bir ‘bilgi notu’ göndermiş. Not, şöyle bitiyor: “Belki çok uzun yazdım. Bunu mesleğimizin psikoterapi sürecinde önemli bir süreç olarak gördüğü bir “iç dökme” olarak görün lütfen. Türk Psikologlar Derneği, üyelerini ve onların ait olduğu temel ve bağımsız bilim ve meslek dalı olan psikolojiyi yasal bir zemine kavuşturma özlemini ve mücadelesini bugün her zamankinden daha tutkulu bir şekilde sürdürmeye kararlıdır. Bu uğurda sizin gibi ustaların uyarılarına kulak vermeyi önemseyeceğimizi bilmenizi isterim.”
Psikolog Sinem Torun: “Yazınız bana, bir meslek grubunun yaşamış olduğu sıkıntıları dile getirişini çarpıtarak kendinize malzeme çıkarmakta uzman olduğunuzu düşündürdü. Bu anlamda şahsi hayal kırıklığımı bildirir ve derneğimiz bünyesinde bizlere iletişim konulu kurs açacağınız günü sabırsızlıkla beklediğimi iletmek isterim... Şekilden ziyade anlama yoğunlaşmanızı beklerdim. Yaşınıza hürmeten saygılarımı sunuyor ve ‘insan’ kimliğimle teessüflerimi bildiriyorum.”
Uzman Klinik Psikolog Hande Kilinc Kunt:” Türk Psikiyatri Derneği’nin, ruh sağlığı alanının denetimi için hazırlayarak Sağlık Bakanlığı’na gönderdiği rapor sonucu, psikologların çalıştıkları merkezlerin kapatılmasına ya da ancak bir psikiyatriste bağlı olarak çalışabileceklerine dair bir karar çıktı. Bu karar sonucunda, pek çok merkez kapandı. Diğer psikolojik danışmanlık merkezlerinde çalışan psikologlar/psikolojik danışmanlar da tedirgin bir bekleyiş içindeler. Bu dönemde, Psikoterapiye inanan sizin gibi iletişimcilerin rüzgarını arkamıza almaya çok ihtiyacımız var.”
Hanife Yavuz: “Bir psikolog olarak söylediklerinize aynen katılıyorum. Farkındalığı insanlara öğretme iddiasındaki bu meslek grubuna biraz da olsa farkındalık aşılayabilmenizi dilerim.”
Psikolog Rosita Kastro: “Eleştiriniz teknik olarak doğru olabilir; ancak psikologları beceriksizlikle suçlamanız, zaten zor durumda olduğumuz bu günlerde beni bir psikolog olarak incitmiştir. Şu günlerde tüm psikologların mesleki eğitim ve uygulamalarında yeterlilikleri sorgulanmakta, açtıkları işyerleri ‘yasal’ gerekçelerle kapatılmaktadır. Bunun nedeni psikiyatri derneğinin psikologları ‘psikiyatrlardan bağımsız çalışmak’ ile suçlamalarıdır. İşte, bu şartlar altındadır ki, meslektaşlarım sesimizi duyurmak için her türlü yönteme başvurmak zorunda kalmıştır. Çünkü psikologlar ‘yardımcı sağlık personeli’ statüsünde, tanımı ve sorumlulukları belirsiz bir konumda kalmışlar, tıp personelinin insafına bırakılmışlardır. Bu durumda sizden ricam, sesimizi duyurmamızda yardımcı olmanızdır.”
Psikolog Arzu Uyar: “Benim ‘talihsiz ifadeler bütünü’ olarak yorumladığım yazınız başlığından da anlaşılacağı suretle psikologları yaftalama amacına hizmet etmektedir, tıpkı son günlerde psikiyatri camiasının hakkımızda haddini aşan beyanlarda bulunarak yaptığı gibi. Yazınızı ve üslubunuzu yeniden değerlendirmenizi dilerim, çünkü aklıma geldi yazdım şeklinde ortaya çıkarılmış bir köşe yazısı olduğunu düşünüyorum.”
Psikolog Elif Odabaş:”Son günlerde bize ders vermeyen kalmadı zaten. Bir de sizden almış olduk..Teşekkür ederiz..”
Ben hazırım… İletişim uygulama hizmeti veremem. Ancak arkadaşlar ne zaman dilerlerse gelebilirler ve onlara kendilerini nasıl ifade edebileceklerine dair bilgi ve tecrübemi dilim döndüğünce anlatırım. Belli ki dertleri “Kamuoyuna Duyuru” formatına girmeyecek kadar ciddi…
Aynı konu, iki uçta reklam anlayışı
Son zamanların en etkili reklam filmlerinden biri hiç şüphesiz Sağlık Bakanlığı’nın sigaranın zararları üzerine yaptığı ‘sünger akciğerli’ film. Sırf ona bakarak sigarayı bırakanlara rastladım… Bu film bu kadar etkiliyken, Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği’nin (TÜSAD) didaktik reklam filminin çalışma şansı yok…
Adı üzerinde film… Yani görsellik… İnsan görselliği bu kadar mı cimrice kullanır? Satır satır yazı geçiyor ekrandan… Ses de okuyor… Sanki ilkokuldaki başöğretmenim konuşuyor. Birazdan disiplin kuruluna çağıracak… Bana “Trafik canavarı olmayın!”, “Lütfen” kampanyalarını hatırlatıyor… Kâbus…
Adı ‘yanlış’ konmuş; kime ne?..
Uzun zamandır kimselere söyleyemiyordum. Geri zekâlı muamelesi görmekten çekindiğimden değil; bu kadar önemsiz bir şeyi aklımda tutamamaktan dolayı kendimi suçladığımdan…
ATV’de oynayan, adının içinde “zaman, geçmek, öyle” gibi sözcüklerin geçtiği dizinin adını bir türlü tam olarak söyleyememek ve dizinin adını, biri tarafından doğrulanmadan anımsamamak beni amma rahatsız etmiş…
Aslında klasik iletişim anlayışına göre bu garip ve ifade bozukluğu çağrıştıran ismin başarılı olması mümkün olmamalıydı. “Öyle bir geçer ki zaman!” Doğrusu buydu... Ya da “Zaman öyle bir geçer ki”… Oysa dizinin adı şu “Öyle bir geçer zaman ki!”…
Birinci ismi Google’a çift tırnakla yazdığınızda 28.800 pageview veriyor. İkincisini yazarsanız da 4.700… Halkımız kendi kafasına göre takılıyor yani…
Bu durumdan çıkarılacak ders şu. Eğer iş ve pazarlama, hedefini bulmuşsa isim hiç önemli değildir… Bir keresinde ünlü logo yaratıcısı Chermayeff’e sormuştum: “Üstat en zor ve kötü logo dünyada hangisidir?” Hiç düşünmeden yanıtlamıştı: “Coca-Cola” sonra da eklemişti: “Biliyorsunuz dünyanın en kıymetlisidir”… “Öyle bir geçer zaman ki!” hepimize ders olsun…
‘Eş ve müşteri’ kaybetmemek için…
Kitabın bütün geliri iletişim fakültelerinde okuyan master ve doktora öğrencilerinin burs fonuna yatırılmak üzere Bersay İletişim Enstitüsü’ne gideceği için göğsümü gere gere reklamını yapmakta bir sakınca görmüyorum.
İkinci kitabımız “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” 2010’un son günlerinde raflarda yetini aldı. Çok kolay okunduğu söylenen bir kitap… Ben çok zor yazdım… 4 yıl sürdü. 2006’dan 2010’a kadar… Tek isteğim vardı. Herkes kolaylıkla okusun, ancak çok derin konuları, soyutlamaları da içersin. Bilgimi değil yaşam tecrübemi aktarsın. Herkes kepçesinin büyüklüğü oranında çorbadan bir şeyler alsın… Zor iş…
Yazdıktan sonra hepsi birbirinden acımasız, her şeye itiraz etmekten çekinmeyen 8 kişi okudu… Pek çok yer törpülenip değiştirildi… Okuyanların çok büyük keyif aldıklarını söyledikleri bir kitap çıktı ortaya.
“Danışmanlık hizmeti verirken köşe yazmasın. İletişim konularını gazetelerde bu konularda uzman olmayan, tecrübe ve bilgisi bulunmayan gazeteciler yazsın” diyenler biraz zorlanacaklar ama olsun… Zaten, ben değişik işler yaptıkça söylemleri de karıştı: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede ve dergide yazmasın…” Sonra: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede, dergide yazmasın, TV’de program yapmasın, bütün bu işleri, bu işlerden anlamayanlar yapsın!”… Sonra: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede, dergide yazmasın, TV’de program yapmasın, İletişim Enstitüsü kurmasın, bütün bu işleri, bu işlerden anlamayanlar yapsın!” Şu sıra da bu arkadaşlar şöyle diyorlardır herhalde: “Danışmanlık hizmeti verenler, gazetede, dergide yazmasın, TV’de program yapmasın, İletişim Enstitüsü kurmasın, kitap da yayınlamasın; bütün bu işleri, bu işlerden anlamayanlar yapsın!”
Abartmıyorum. Durum aşağı yukarı budur… Siz de benim gibi boş verin, alın kitabı. Ben severek yazdım. Umarım siz de severek okurusunuz…