Hiç değilse çevreci partilere oy verin
11 ARALIK 2006
Eşim izledikten sonra “İçim kalktı” dedi “Her şey ne kadar pisti”...
Filmin adı, “Son Umut” (Children of men). Başrollerinde Clive Owen, Julian Moore, Michael Caine var. Bence başrolde dünya var. İnsanlar tarafından horlanmış, yok edilmiş, viraneye çevrilmiş, çürümüş, tükenmiş dünya...
Filmde uçuk kaçık değil, hemen burnumuzun dibindeki yakın gelecek soyutlanıyor. 2027 yılı... Dünyanın içine öyle edilmiş ki, yaşam kendi kendini yok ederek yanıt vermiş bu vurdum duymazlığa. İnsanların 17 yıldır çocukları olmuyor... Dünyanın dört bir yanında kaos hüküm sürmekte. Faşizm iktidarda. Ordusu çok kuvvetli olan İngiltere, memlekete akın eden mültecileri kontrol altına alabilmekte... Tüm dünyada umudun bittiği bir anda hamile bir zenci kadın çıkıyor ortaya...
Bu filmi mutlaka izleyin. Bir de medyada dünyamızın gerçekte ne zaman kaos’un içine gireceğini takip edin. Sonra da hiç değilse çevre konusunda duyarlılığını kanıtlamış siyasi partilere oy verin... Hiç değilse...
Bilim adamları çok değil 10 yılda küresel ısınmanın (başta otomobillerin çıkardığı karbon dioksit gazları...) sonuçlarının görüleceğini, denizlerin 6 metre yükseleceğini, dünyanın 2 derece ısınacağını ve bunun büyük felaketlere neden olacağını söylüyorlar...
Sinemadan çıkıp eve giderken altımızdaki otomobilin çıkardığı egzoz gazından eksiklendiğimi fark ettim...
“Beddua okuma! Günahtır!”
Çocukluğumda ne zaman ağzımdan içinde Allah’ın adının geçtiği kötü bir laf çıksa başta nur içinde yatsın halam olmak üzere aile büyükleri beni sert bir şekilde uyarırlardı: “Beddua okuma! Günahtır!..” Cumartesi gecesi Okan Bayülgen’in ‘makinası’na şöyle bir gözüm takıldığında o uyarılar geldi aklıma. Amma da ilginç bir yerde takılmış gözüm... Bayülgen, tam da o anda mikrofonu masanın sağında oturan ve Darwin’in evrim teorisine göre bir yerlerde takılıp kalmış izlenimi yaratan gence uzattı. Okan Bayülgen’in bu işi yaparken neden bir beysbol sopası ile oynaştığını sonradan anlayacaktım.
Yanımda 15 yaşındaki oğlum vardı. Bu yüzden bilgilenmem daha kolay oldu. Sahneye çıkıp hançeresini yırtarak “Allah belanı versin!”, “Allah seni kahretsin!” diye beddualar yağdıran kişinin İsmail YK olduğunu öğrenme fırsatını buldum.
Okan Bayülgen ‘ret’ ve ‘kabul’ü dengelemeyi çok iyi başaran sanatçılardandır. İsmail efendiyi programına çağırarak ‘kabul ettiğini’ sanırsınız. Oysa onun ‘kabul ettiği’ İsmail değil İsmail’in gençler nezdinde yarattığı durumdur... Bu şekilde İsmail’in ‘fan’larına da göz kırpar. Öte yandan inceden dalgasını geçerek bu tür abuklukları hayatlarının içine sokmayanlara da selam gönderir. Allah’ın adını kullanarak sövmek, Batılıların ve dolayısıyla Hollywood’un kültürüydü; bir de bizden olmalarına rağmen o kültürün etkisinde kalanların. Bayülgen de bazen buradan bakıp konukları da olsa çaktırmadan dalgasını geçer... Yine öyle yaptı Okan Bayülgen. O kadar ince yaptı ki, fukara İsmail bile tam olarak farkına varamamıştır ne olup bittiğinin...
Bu arada ben, uzun yıllardır kendisini hayranlıkla takip ettiğim Hakkı Devrim hocayı izledim ve kendimi o anda biraz onun yerine koymaya çalıştım. Zor oldu tabii. Osmanlı incelmişliği ve tekamülünde bir ruh ve kültüre sahip olan Devrim, İsmail efendinin bedduaları ve bet sesi karşısında neler hissetti acaba?.. Yıllardır savuna geldiği değer sistemi yerlerde... Kültür yok olmuş... O yine de sesini çıkarmadı. Asaletini koruma ve Okan Bayülgen’in marka değerini yükseltme onun ‘ikili oyunlarını’ legalize etme görevini başarıyla yerine getirmeye devam etti...
Şımarıklık evrenseldir..
Tek kelimeyle muh-te-şem... Tek bir sahnesi bile böyle nitelemek için yeterli. Hani süper marketteki sahne... Çocuk raflardan bir şey alırken şımarık bir ses çıkarır. Annesi onun bu halini görür görmez kendisini yerle atıp, çığlıklar atarak tepinmeye başlar. Sonra bakar ki çocuk susmuş, hiçbir şey olmamış gibi yerden kalkar ve son derece sakin bir hale gelmiş olan çocuğunu elinden tutarak çevredekilerin şaşkın bakışları arasında alışverişine devam eder...
Vicks’in bu senaryo ve reklam için seçtiği slogan ise bir başka güzel: “En iyi müdafaa hücumdur!..” Çocuğu olan herkes ama herkes eminim hayatın bir anında yukarıda özetlemeye çalıştığım kadının davranışının bir benzerini ya sergilemiştir ya da en azından bir kaç kez öyle davranmayı aklından geçirmiştir.
Vicks’in reklamına sinemada rastladım. TV’de göstermiyorlarsa yazık ediyorlar. Çünkü bu reklam özellikle TV’de bomba gibi çalışır. Çünkü şımarık çocuk da evrenseldir; ona duyulan kızgınlık da...
Vermeden almak Allah’a mahsustur
Belki de hedef kitlesinin içine girmiyorum. Ama yalan söyleyecek halim yoktu ya... Ta-Ze’yi hiç duymamıştım... Otacı’nın sahibi Kurtsan aile takımının acar santrforu Meltem Kurtsan Hanım Nurdan Tümbek’in (Metro AG) verdiği yemekte yanıma düşmez mi!.. Ben gerçekten de başta pastilleri ve bitki özü şampuanları olmak üzere pek çok Otacı ürünü kullanırım. Ama konu nereden geldiyse, döndü dolaştı Tariş ile birlikte çıkardıkları Ta-Ze’ye geldi.
Bir bu durum beni mahveder bir de yolda karşılaştığımızda, “Beni tanıdınız mı, Ali Bey?” diye soranlar... Tanımadıysam, yandım... O anda yer yarılsa da içine girsem yeridir... Meltem Hanım da beni böyle bir duruma soktu işte. Sonra da devam etti: “Ne ayıp!.. Siz ki...” falan diye devam etti durdu...
Fırçadan bir ara fırsat bulup can alıcı cümleyi söylemeyi başardım: Algılamayan da mıdır kabahat, algılatamayan da mı, Meltem Hanım?”... Çok üzülmüş olmalı... Ertesi gün bir torba tanıtım malzemesi, bir de zeytinyağını temel alan ürünlerinden bir örnek göndermiş. Bize de yazmak düştü tabii. İkinci can alıcı cümleyi de, Meltem Hanım’ın engin hoşgörüsüne sığınarak bu yazıya saklamıştım zaten: “Ben kullandım sevdim. Ama yetmez Meltem Hanım! Tek tek torbaları oraya buraya göndermekle iletişim olmaz efendim. Vermeden almak Allah’a mahsustur. Bu güzel ürüne adam gibi yaygın bir kampanya yakışmaz mı?”...
Filmin adı, “Son Umut” (Children of men). Başrollerinde Clive Owen, Julian Moore, Michael Caine var. Bence başrolde dünya var. İnsanlar tarafından horlanmış, yok edilmiş, viraneye çevrilmiş, çürümüş, tükenmiş dünya...
Filmde uçuk kaçık değil, hemen burnumuzun dibindeki yakın gelecek soyutlanıyor. 2027 yılı... Dünyanın içine öyle edilmiş ki, yaşam kendi kendini yok ederek yanıt vermiş bu vurdum duymazlığa. İnsanların 17 yıldır çocukları olmuyor... Dünyanın dört bir yanında kaos hüküm sürmekte. Faşizm iktidarda. Ordusu çok kuvvetli olan İngiltere, memlekete akın eden mültecileri kontrol altına alabilmekte... Tüm dünyada umudun bittiği bir anda hamile bir zenci kadın çıkıyor ortaya...
Bu filmi mutlaka izleyin. Bir de medyada dünyamızın gerçekte ne zaman kaos’un içine gireceğini takip edin. Sonra da hiç değilse çevre konusunda duyarlılığını kanıtlamış siyasi partilere oy verin... Hiç değilse...
Bilim adamları çok değil 10 yılda küresel ısınmanın (başta otomobillerin çıkardığı karbon dioksit gazları...) sonuçlarının görüleceğini, denizlerin 6 metre yükseleceğini, dünyanın 2 derece ısınacağını ve bunun büyük felaketlere neden olacağını söylüyorlar...
Sinemadan çıkıp eve giderken altımızdaki otomobilin çıkardığı egzoz gazından eksiklendiğimi fark ettim...
“Beddua okuma! Günahtır!”
Çocukluğumda ne zaman ağzımdan içinde Allah’ın adının geçtiği kötü bir laf çıksa başta nur içinde yatsın halam olmak üzere aile büyükleri beni sert bir şekilde uyarırlardı: “Beddua okuma! Günahtır!..” Cumartesi gecesi Okan Bayülgen’in ‘makinası’na şöyle bir gözüm takıldığında o uyarılar geldi aklıma. Amma da ilginç bir yerde takılmış gözüm... Bayülgen, tam da o anda mikrofonu masanın sağında oturan ve Darwin’in evrim teorisine göre bir yerlerde takılıp kalmış izlenimi yaratan gence uzattı. Okan Bayülgen’in bu işi yaparken neden bir beysbol sopası ile oynaştığını sonradan anlayacaktım.
Yanımda 15 yaşındaki oğlum vardı. Bu yüzden bilgilenmem daha kolay oldu. Sahneye çıkıp hançeresini yırtarak “Allah belanı versin!”, “Allah seni kahretsin!” diye beddualar yağdıran kişinin İsmail YK olduğunu öğrenme fırsatını buldum.
Okan Bayülgen ‘ret’ ve ‘kabul’ü dengelemeyi çok iyi başaran sanatçılardandır. İsmail efendiyi programına çağırarak ‘kabul ettiğini’ sanırsınız. Oysa onun ‘kabul ettiği’ İsmail değil İsmail’in gençler nezdinde yarattığı durumdur... Bu şekilde İsmail’in ‘fan’larına da göz kırpar. Öte yandan inceden dalgasını geçerek bu tür abuklukları hayatlarının içine sokmayanlara da selam gönderir. Allah’ın adını kullanarak sövmek, Batılıların ve dolayısıyla Hollywood’un kültürüydü; bir de bizden olmalarına rağmen o kültürün etkisinde kalanların. Bayülgen de bazen buradan bakıp konukları da olsa çaktırmadan dalgasını geçer... Yine öyle yaptı Okan Bayülgen. O kadar ince yaptı ki, fukara İsmail bile tam olarak farkına varamamıştır ne olup bittiğinin...
Bu arada ben, uzun yıllardır kendisini hayranlıkla takip ettiğim Hakkı Devrim hocayı izledim ve kendimi o anda biraz onun yerine koymaya çalıştım. Zor oldu tabii. Osmanlı incelmişliği ve tekamülünde bir ruh ve kültüre sahip olan Devrim, İsmail efendinin bedduaları ve bet sesi karşısında neler hissetti acaba?.. Yıllardır savuna geldiği değer sistemi yerlerde... Kültür yok olmuş... O yine de sesini çıkarmadı. Asaletini koruma ve Okan Bayülgen’in marka değerini yükseltme onun ‘ikili oyunlarını’ legalize etme görevini başarıyla yerine getirmeye devam etti...
Şımarıklık evrenseldir..
Tek kelimeyle muh-te-şem... Tek bir sahnesi bile böyle nitelemek için yeterli. Hani süper marketteki sahne... Çocuk raflardan bir şey alırken şımarık bir ses çıkarır. Annesi onun bu halini görür görmez kendisini yerle atıp, çığlıklar atarak tepinmeye başlar. Sonra bakar ki çocuk susmuş, hiçbir şey olmamış gibi yerden kalkar ve son derece sakin bir hale gelmiş olan çocuğunu elinden tutarak çevredekilerin şaşkın bakışları arasında alışverişine devam eder...
Vicks’in bu senaryo ve reklam için seçtiği slogan ise bir başka güzel: “En iyi müdafaa hücumdur!..” Çocuğu olan herkes ama herkes eminim hayatın bir anında yukarıda özetlemeye çalıştığım kadının davranışının bir benzerini ya sergilemiştir ya da en azından bir kaç kez öyle davranmayı aklından geçirmiştir.
Vicks’in reklamına sinemada rastladım. TV’de göstermiyorlarsa yazık ediyorlar. Çünkü bu reklam özellikle TV’de bomba gibi çalışır. Çünkü şımarık çocuk da evrenseldir; ona duyulan kızgınlık da...
Vermeden almak Allah’a mahsustur
Belki de hedef kitlesinin içine girmiyorum. Ama yalan söyleyecek halim yoktu ya... Ta-Ze’yi hiç duymamıştım... Otacı’nın sahibi Kurtsan aile takımının acar santrforu Meltem Kurtsan Hanım Nurdan Tümbek’in (Metro AG) verdiği yemekte yanıma düşmez mi!.. Ben gerçekten de başta pastilleri ve bitki özü şampuanları olmak üzere pek çok Otacı ürünü kullanırım. Ama konu nereden geldiyse, döndü dolaştı Tariş ile birlikte çıkardıkları Ta-Ze’ye geldi.
Bir bu durum beni mahveder bir de yolda karşılaştığımızda, “Beni tanıdınız mı, Ali Bey?” diye soranlar... Tanımadıysam, yandım... O anda yer yarılsa da içine girsem yeridir... Meltem Hanım da beni böyle bir duruma soktu işte. Sonra da devam etti: “Ne ayıp!.. Siz ki...” falan diye devam etti durdu...
Fırçadan bir ara fırsat bulup can alıcı cümleyi söylemeyi başardım: Algılamayan da mıdır kabahat, algılatamayan da mı, Meltem Hanım?”... Çok üzülmüş olmalı... Ertesi gün bir torba tanıtım malzemesi, bir de zeytinyağını temel alan ürünlerinden bir örnek göndermiş. Bize de yazmak düştü tabii. İkinci can alıcı cümleyi de, Meltem Hanım’ın engin hoşgörüsüne sığınarak bu yazıya saklamıştım zaten: “Ben kullandım sevdim. Ama yetmez Meltem Hanım! Tek tek torbaları oraya buraya göndermekle iletişim olmaz efendim. Vermeden almak Allah’a mahsustur. Bu güzel ürüne adam gibi yaygın bir kampanya yakışmaz mı?”...