Türkiye’de iyi şeyler de oluyor
15 Aralık 2005 - Marketing Türkiye
Yıllarca batıya koştuk durduk. Özellikle uluslararası iletişim ve pazarlama konferanslarının bir ara müdavimi olmuştuk. Şimdilerde bu alanların önemli isimleri, çantalarına başarı öykülerini koyup Türkiye’ye gelir oldu.
Son bir ay içinde bu alanda rastladığım dört başarı öyküsü var. Hep olumsuzlukları yazacak halimiz yok ya! Brandsense’e geçen sayıda değinmiştik. Bu sayıda diğer üçünden söz edeceğiz...
8-9 Aralık’ta Management Center Türkiye’nin (MCT) düzenlediği Pazarlama Zirvesi vardı. Bazı konuşmacıları dinlemeye gittim. Lütfi Kırdar’ın Anadolu Auditorium’u dolmuştu. Bunda şaşıracak bir şey yok. Şaşıracak şey, salonda ağırlıklı olarak Orta Doğu ülkelerinden pek çok yabancının bu zirveyi izlemek için kalkıp İstanbul’a gelmiş olmasıydı.
Tıpkı bir zamanlar bizim Batı’ya gittiğimiz gibi; insanlar bu kez İstanbul’a geliyordu. Peter Fisk (Einstein’ın Sol Beyni ile Picasso’nun Sağ Beyninin Mükemmel Kombinasyonu), Martha Rogers (Güvene Dayalı Uzun Vadeli İş Dönemi Başlıyor), Prof. Dr. Tevfik Dalgıç (Pazar Açığına Yönelik Pazarlama Yöntemleri), Jay Conrad Levinson (Gerilla Pazarlama’nın 100 Silahı)... Bu konuşmacıları izlemediyseniz MCT’ye başvurun. Belki torpil falan yaptırır, konuşmaların VCD’sini elde edebilirsiniz... Zahmete değer gerçekten.
İkinci ilginç toplantıyı IMI Conferences düzenlemişti. CEO Forum adlı etkinlik tam gün sürdü. İki konuşmacı vardı. “How to become CEO” (CEO nasıl olunur) kitabının yazarı Jeffrey J. Fox günün tamamında vardı. Doğuş Grubu üst düzey yöneticilerinden Aclan Acar da bir bölümde konuk konuşmacıydı. Acar en az Fox kadar ilgi çekti. Hatta kendisine Fox’dan çok daha fazla soru soruldu...
Üçüncü başarı öyküsü ise Perakende Günleri idi. Sadece o etkinlikte ben iki toplantıya katıldığım diye değil tabii ki... Hem katılım, hem etkililik, hem düzenleniş olarak 2500’den fazla sektör yöneticisi fuar, konferans ve panellere tam puan verdi.
MCT’den Genel Müdür Tanyer Sönmezer’i, IMI’nin patronu Meltem Karateke’yi, Perakende Günleri’ne imzasını atan Soysal Eğitim Danışmanlık’ın kurucusu ve yöneticisi Suat Soysal’ı ve Brandense’i düzenleyen PDR’ın Genel Müdürü Ali Emre’yi yürekten kutluyorum. Türkiye’de iyi şeyler de oluyor. Hem ülkenin algılanmasına katma değer geliyor; hem de dünya benchmark’ları orta ve üst kademe yöneticilerinin ayaklarına kadar geliyor...
Şeytan detayda gizlidir
Dikkatli okur olsun canımı alsın. Genelde her okur mektubunu mutlaka okur ve yanıtlarım. Hele böyle ince hataları yakalayanlara ayrı bir hayranlığım vardır. Çünkü “Şeytan detaylarda gizlidir...” Pek çok kişinin içine düştüğü hataya biz de düşmüşüz. Bakın Davut adını kullanan okurumuz neyi yakalamış:
“Beyefendi, zat-ı devletlerini Karacan devrinden bu yana izlerim. Muhabbet de beslerim. Ancak bu sabah pek yaygın bir yanlışınızı yakaladım: Aslında genel kültürünüzün, sıradan insanlar gibi filmlerden değil, önce romanlardan oluşmuş olduğunuzu düşünürdüm. Baba romanındaki zat-ı muhteremin soyadını Carleone diye yazmışsınız. Bu pek yaygın bir yanlıştır. Sanırım bu yanlışın kaynağı filmi defalarca gösteren TV'lerde dublajının ve asıl vahimi filmin DVD'sini Türkiye'de pazarlayan kuruluşun DVD alt yazılarında bu adı Carleone diye yazmasıdır... (Bu da dublaj sanatçılarının ve çevirmenlerin ciddiyeti hakkında bir ipucu size...)
Oysa bu vaftiz babasının adi Corleone olacaktır. Bu münasebetle saygılarımın kabulü... Kardeşiniz Davut”
OKEY’e okey!
Bugüne kadar iletişimin bütün kurallarına uyan ya da başarılı örnekleriyle karşımıza çıkan kaç marka olmuştur dersiniz? İki elin parmaklarını geçer mi? Eh, belki! Peki yapanlar nasıl yapıyor? Yapamayanların nesi eksik? Çoğu aynı teknoloji, aynı üretim süreci, aynı malzeme. Peki farkı nerede yaratıyorlar? Tabii ki sunmada, pazarlamada, iletişimde.
Bunu en iyi uygulayanlardan biri OKEY. İletişimi zor, etkinlik alanı zayıf, üstelik konuşulması, gösterilmesi ayıp sayılan bir ürün olduğu düşünülebilir. Yaptığı yazılı ve görsel çalışmaları ile bugüne kadar oldukça başarılı işler çıkarıyorlar. Sokakta boza yerine prezervatif satan adamın yer aldığı reklamı hatırlarsınız. Son kampanya ise tek kelime ile müthiş.
Erdil Yaşaroğlu ile – ki kendisi Türkiye’nin en sağlam kalemlerinden – anlaşmışlar. Ortaya birbirinden komik, etkileyici, farklı karikatürler ve mesajlar çıkmış. Başrollerde hayvanlar var. Amaç cinselliğin ne kadar doğal olduğunu vurgulamak.
İlk TV reklamını gördüğümde hedef kitlesiyle tam olarak buluşamayacağını düşünmüştüm. Hani karısı 47 tane çocuk doğurmuş adamın olduğu reklamdı. Fakat sonrasında gelen basın dosyasından anladım ki diğer (hayvanlı) karikatürler işi esprili ve bir o kadar dikkat çekici bir hale getirmiş. Hedef kitleyi 12’den vurmuş.
Bilgi notunda yazan mecralar hayli etkili. Yani kampanyayı görmemek mümkün değil. Hem reklam ajansı RPM Radar’ı yenilikçi ve keyifli reklamı için, hem de PR’ını yapan MPR’yi kutluyorum.
Lütfaaaaan okuyun!
1980’lerde başlayıp 2000’lere doğru şiddeti azalsa da devam eden “Neşeli cahiliye devri” en belirgin ürününü gençlerin konuşma tarzında vermeye başladı.
Karşınızdaki insanda bırakacağınız ilk izlenim günümüzde bu kadar önemliyken, bir iki laf etmeye başladığınız an genel bir algılama için kritikken nasıl oldu da bu noktaya gelindi, bu dili kim icat etti acaba... TV mi? İnternet mi? Yoksa kültürü sokağın egemenliğine bırakan azgın liberaller mi? Anlamlı mı, değil! Anlaşılıyor mu, hayır! Gerek var mı, yok!
Bağdat caddesi, Nişantaşı, Etiler üçgeninin diliymiş bu. 14-15 yaşında başlayıp, gittiği yere kadar sürüyormuş. Üniversiteden mezun olup iş bulma aşamasına gelindiğinde ise hayal kırıklığı. Bu dille kim iş verir ki sana? İşin tuhaf tarafı bu tip konuşma tarzına reklam ajanslarıyla PR şirketlerindeki ‘rookie’lerde (çaylaklar) rastlanıyor.
Aşağıda bu dil ile ilgili son günlerde internette dolaşan bir kaç örneği alıntılıyorum:
Ban – ben; San – sen; Lütfaaan – lütfen; Biliyomısaaaaan – Biliyor musun; Hayvanssııaaan – Hayvansın; hadi papaaay – Haydi baybay; intiharlardayım – çok üzüldüm; pozitif elektrik alamadım senden yane, taam mı? – senden hoşlanmadım; inanmıyoroaam – inanmıyorum; regular cola – normal kola (light değil); yivrençsiaaan – iğrençsin; nerdeyim oldum – nerede olduğunu şaşırmak; partilemek – parti yapmak; aklımdasın yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak; çılgın atmak – delirmek; nasssın – nasılsın; ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen; ban de ama çık mıkarrna yedıam - ben de ama çok makarna yedim; pantlonundan bellıa - pantolonundan belli; vıraenç duryo dı mıa - iğrenç duruyor değil mi, evet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi; bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki; narde okuyosssuan - nerede okuyorsun; abi dün manyak bi pilav yaptıaam; Alocuuuumm çoooook korktuuuuummm; deermişimm sen de yeeermişinn; ay hadi öptüm şekaar; kafe caddede branc yapalım maaaaa; kendine çok iyi bakıyosuun tımaam maa; ay cıttan yaaneee; Aşkıyımmm naaaeeebeeeeerr; baba iyij(c)e disconnect falan oldun ortamlardan...
Ben de bu kültürden de disconnect falan oldum... Bu kültüre sempati besleyenlerden de...
Son bir ay içinde bu alanda rastladığım dört başarı öyküsü var. Hep olumsuzlukları yazacak halimiz yok ya! Brandsense’e geçen sayıda değinmiştik. Bu sayıda diğer üçünden söz edeceğiz...
8-9 Aralık’ta Management Center Türkiye’nin (MCT) düzenlediği Pazarlama Zirvesi vardı. Bazı konuşmacıları dinlemeye gittim. Lütfi Kırdar’ın Anadolu Auditorium’u dolmuştu. Bunda şaşıracak bir şey yok. Şaşıracak şey, salonda ağırlıklı olarak Orta Doğu ülkelerinden pek çok yabancının bu zirveyi izlemek için kalkıp İstanbul’a gelmiş olmasıydı.
Tıpkı bir zamanlar bizim Batı’ya gittiğimiz gibi; insanlar bu kez İstanbul’a geliyordu. Peter Fisk (Einstein’ın Sol Beyni ile Picasso’nun Sağ Beyninin Mükemmel Kombinasyonu), Martha Rogers (Güvene Dayalı Uzun Vadeli İş Dönemi Başlıyor), Prof. Dr. Tevfik Dalgıç (Pazar Açığına Yönelik Pazarlama Yöntemleri), Jay Conrad Levinson (Gerilla Pazarlama’nın 100 Silahı)... Bu konuşmacıları izlemediyseniz MCT’ye başvurun. Belki torpil falan yaptırır, konuşmaların VCD’sini elde edebilirsiniz... Zahmete değer gerçekten.
İkinci ilginç toplantıyı IMI Conferences düzenlemişti. CEO Forum adlı etkinlik tam gün sürdü. İki konuşmacı vardı. “How to become CEO” (CEO nasıl olunur) kitabının yazarı Jeffrey J. Fox günün tamamında vardı. Doğuş Grubu üst düzey yöneticilerinden Aclan Acar da bir bölümde konuk konuşmacıydı. Acar en az Fox kadar ilgi çekti. Hatta kendisine Fox’dan çok daha fazla soru soruldu...
Üçüncü başarı öyküsü ise Perakende Günleri idi. Sadece o etkinlikte ben iki toplantıya katıldığım diye değil tabii ki... Hem katılım, hem etkililik, hem düzenleniş olarak 2500’den fazla sektör yöneticisi fuar, konferans ve panellere tam puan verdi.
MCT’den Genel Müdür Tanyer Sönmezer’i, IMI’nin patronu Meltem Karateke’yi, Perakende Günleri’ne imzasını atan Soysal Eğitim Danışmanlık’ın kurucusu ve yöneticisi Suat Soysal’ı ve Brandense’i düzenleyen PDR’ın Genel Müdürü Ali Emre’yi yürekten kutluyorum. Türkiye’de iyi şeyler de oluyor. Hem ülkenin algılanmasına katma değer geliyor; hem de dünya benchmark’ları orta ve üst kademe yöneticilerinin ayaklarına kadar geliyor...
Şeytan detayda gizlidir
Dikkatli okur olsun canımı alsın. Genelde her okur mektubunu mutlaka okur ve yanıtlarım. Hele böyle ince hataları yakalayanlara ayrı bir hayranlığım vardır. Çünkü “Şeytan detaylarda gizlidir...” Pek çok kişinin içine düştüğü hataya biz de düşmüşüz. Bakın Davut adını kullanan okurumuz neyi yakalamış:
“Beyefendi, zat-ı devletlerini Karacan devrinden bu yana izlerim. Muhabbet de beslerim. Ancak bu sabah pek yaygın bir yanlışınızı yakaladım: Aslında genel kültürünüzün, sıradan insanlar gibi filmlerden değil, önce romanlardan oluşmuş olduğunuzu düşünürdüm. Baba romanındaki zat-ı muhteremin soyadını Carleone diye yazmışsınız. Bu pek yaygın bir yanlıştır. Sanırım bu yanlışın kaynağı filmi defalarca gösteren TV'lerde dublajının ve asıl vahimi filmin DVD'sini Türkiye'de pazarlayan kuruluşun DVD alt yazılarında bu adı Carleone diye yazmasıdır... (Bu da dublaj sanatçılarının ve çevirmenlerin ciddiyeti hakkında bir ipucu size...)
Oysa bu vaftiz babasının adi Corleone olacaktır. Bu münasebetle saygılarımın kabulü... Kardeşiniz Davut”
OKEY’e okey!
Bugüne kadar iletişimin bütün kurallarına uyan ya da başarılı örnekleriyle karşımıza çıkan kaç marka olmuştur dersiniz? İki elin parmaklarını geçer mi? Eh, belki! Peki yapanlar nasıl yapıyor? Yapamayanların nesi eksik? Çoğu aynı teknoloji, aynı üretim süreci, aynı malzeme. Peki farkı nerede yaratıyorlar? Tabii ki sunmada, pazarlamada, iletişimde.
Bunu en iyi uygulayanlardan biri OKEY. İletişimi zor, etkinlik alanı zayıf, üstelik konuşulması, gösterilmesi ayıp sayılan bir ürün olduğu düşünülebilir. Yaptığı yazılı ve görsel çalışmaları ile bugüne kadar oldukça başarılı işler çıkarıyorlar. Sokakta boza yerine prezervatif satan adamın yer aldığı reklamı hatırlarsınız. Son kampanya ise tek kelime ile müthiş.
Erdil Yaşaroğlu ile – ki kendisi Türkiye’nin en sağlam kalemlerinden – anlaşmışlar. Ortaya birbirinden komik, etkileyici, farklı karikatürler ve mesajlar çıkmış. Başrollerde hayvanlar var. Amaç cinselliğin ne kadar doğal olduğunu vurgulamak.
İlk TV reklamını gördüğümde hedef kitlesiyle tam olarak buluşamayacağını düşünmüştüm. Hani karısı 47 tane çocuk doğurmuş adamın olduğu reklamdı. Fakat sonrasında gelen basın dosyasından anladım ki diğer (hayvanlı) karikatürler işi esprili ve bir o kadar dikkat çekici bir hale getirmiş. Hedef kitleyi 12’den vurmuş.
Bilgi notunda yazan mecralar hayli etkili. Yani kampanyayı görmemek mümkün değil. Hem reklam ajansı RPM Radar’ı yenilikçi ve keyifli reklamı için, hem de PR’ını yapan MPR’yi kutluyorum.
Lütfaaaaan okuyun!
1980’lerde başlayıp 2000’lere doğru şiddeti azalsa da devam eden “Neşeli cahiliye devri” en belirgin ürününü gençlerin konuşma tarzında vermeye başladı.
Karşınızdaki insanda bırakacağınız ilk izlenim günümüzde bu kadar önemliyken, bir iki laf etmeye başladığınız an genel bir algılama için kritikken nasıl oldu da bu noktaya gelindi, bu dili kim icat etti acaba... TV mi? İnternet mi? Yoksa kültürü sokağın egemenliğine bırakan azgın liberaller mi? Anlamlı mı, değil! Anlaşılıyor mu, hayır! Gerek var mı, yok!
Bağdat caddesi, Nişantaşı, Etiler üçgeninin diliymiş bu. 14-15 yaşında başlayıp, gittiği yere kadar sürüyormuş. Üniversiteden mezun olup iş bulma aşamasına gelindiğinde ise hayal kırıklığı. Bu dille kim iş verir ki sana? İşin tuhaf tarafı bu tip konuşma tarzına reklam ajanslarıyla PR şirketlerindeki ‘rookie’lerde (çaylaklar) rastlanıyor.
Aşağıda bu dil ile ilgili son günlerde internette dolaşan bir kaç örneği alıntılıyorum:
Ban – ben; San – sen; Lütfaaan – lütfen; Biliyomısaaaaan – Biliyor musun; Hayvanssııaaan – Hayvansın; hadi papaaay – Haydi baybay; intiharlardayım – çok üzüldüm; pozitif elektrik alamadım senden yane, taam mı? – senden hoşlanmadım; inanmıyoroaam – inanmıyorum; regular cola – normal kola (light değil); yivrençsiaaan – iğrençsin; nerdeyim oldum – nerede olduğunu şaşırmak; partilemek – parti yapmak; aklımdasın yapmak - cep telefonunu çaldırıp kapatmak; çılgın atmak – delirmek; nasssın – nasılsın; ban iyyiam, san - ben iyiyim, sen; ban de ama çık mıkarrna yedıam - ben de ama çok makarna yedim; pantlonundan bellıa - pantolonundan belli; vıraenç duryo dı mıa - iğrenç duruyor değil mi, evet, boyfrand yüznden labilir mia - evet, sevgilin yüzünden olabilir mi; bilmiyoruam kia - bilmiyorum ki; narde okuyosssuan - nerede okuyorsun; abi dün manyak bi pilav yaptıaam; Alocuuuumm çoooook korktuuuuummm; deermişimm sen de yeeermişinn; ay hadi öptüm şekaar; kafe caddede branc yapalım maaaaa; kendine çok iyi bakıyosuun tımaam maa; ay cıttan yaaneee; Aşkıyımmm naaaeeebeeeeerr; baba iyij(c)e disconnect falan oldun ortamlardan...
Ben de bu kültürden de disconnect falan oldum... Bu kültüre sempati besleyenlerden de...